Aynı duyguları paylaştığım sayın Gülseren Aktaş'ın şiirini paylaşıyorum. 
BEN CUMHURİYET KADINIYIM...
Ben Cumhuriyet kadınıyım
Takamam yüzüme peçeyi
Saramam bedenimi kara çarşafa
Ve ihanet edemem yüce Ataya

Ben Cumhuriyet kadınıyım.
Laik yaşamak varken,
Şeriat diye bağıramam.
Ekmek özgürlük eşitlik savaşında,
Erkeğimle omuz omuza vuruşmak varken,
Boynuma zincir, ayağıma pranga vurdurup,
Sinemem bir köşeye.
Ben Cumhuriyet kadınıyım,
İnkar edemem Nene Hatunu, Kara Fatma"yı,
Bebeği yerine mermiyi saran o yüce anayı.
Unutamam Çanakkale"yi, Dumlupınar"ı Kurtuluşu,
Her karışı şehit kanlarıyla sulanan vatanı,
Satamam ne pahasına olursa olsun.
Ben Cumhuriyet kadınıyım,
Değer görürken öpülürken elim,
Satılamam pazarlarda köle misali.
Dünya kadınlarıyla aynı safta olmak varken,
İkinci sınıf sıfatını yakıştırmam kendime.
Kadın erkek eşitliğini vermişken elime atam,
Yine on adım geriden yürüyemem,
Ben Cumhuriyet kadınıyım,
Yürümek varken ilkeler elimde,
Uğraşamam sultanla sarayla hanla.
Değişemem özgürlüğümü parayla malla.
Ak güvercinleri uçurmak varken göklerde,
Dalgalandırmak varken o ayyıldızı gönderde,
Bakamam kapkaranlık semaya.
Ben Cumhuriyet kadınıyım,
Seçme seçilme hakkım varken elimde,
Razı gelemem haksızlıklara.
Savunmadan suçsuzluğumu,
Boynumu vurduramam canice.
Ben anayım ben kadınım.
Hayat savaşında varım yiğitçe mertçe,
Susamam son sözümü söylemedikçe.
Ben Cumhuriyet kadınıyım,
Atamın verdiği bunca nimeti,
Tepemem elimin tersiyle.
Göğsümü açsalar bağrımı dağlasalar,
Sürükleseler taşlasalar Halide Edip gibi,
Ölüm bile hoş gelir binlerce şehit gibi.
Ben Cumhuriyet kadınıyım...!
Gülseren Aktaş

Elimde fotoğraflar biriktiği için hızlı hızlı geçiyorum. Fotoğrafta görülen kısımı önce biçtim. Sonra eşimle dönüşümlü çapa makinesi ile çapaladık. Sonra bu alana kendiliğinden çıkan domateslerden bir kaçını ve babamın yetiştirdiği salatalık fidelerini diktik.

  Geçen yaz bamyaların ekili olduğu alanı biçtim ve yine eşimle çapaladık. Eşim bu kısıma aldığım çilek fidelerini ve tohuma bırakılacak Icebergleri dikti. Ama ben dikildikten sonra fotoğraflamayı unutmuşum.





Baumax'tan tanesi 19 Tl.den 5 uzun saksı aldım. Aslında bunları balkon için aldım ve sardunya dikeceğim. Ama fide yetiştirmeye yer kalmadığından geçici olarak fide yetiştirmeye ayırdım. Funda Toprağı-yanmış koyun gübresi karışımına;
Kandil Dolma Biber
Menderes Kıl Acı Biber
Seyrek Kıl Tatlı Biber
Süs Biberi (Yukarı Bakan)
Pala Közlemelik Kırmızı Biber
Topan Patlıcan tohumu ektim. 
İsimlerini kağıt bantlara yazıp, bantları saksılara yapıştırdım.



Kemeraltı Hisarönü'ndeki Tohumcu Gökhan Kardeşime epeydir çiçek tohumu getir deyip duruyordum. Sonunda getirmiş. Epey bir çeşit aldım.
Alisyum
Akşam Sefası
Adaçayı
Sardunya
Lavanta
Şebboy (kokulu)
Ateş Çiçeği
Pembe Domates
Cam Güzeli
Mor Reyhan
Kasımpatı
Açelya
Kaktüs
Çilek Papatyası
Karanfil
Kudret Narı
Lif Kabağı
Petunya
Sabah Sefası
Çilek tohumu aldım.
Çoğunu bardaklara, bir kaçını da saksılara ektim.






Bir süredir internette jeneratörü satışa çıkarmıştık. Depoda beklemesine gönlümüz razı olmamıştı. 3 ay kadar kullandıktan sonra zaten elektirik de almıştık. Netten bir alıcı çıktı. Jeneratörü Alaşehir'e göndermemizi istediler. Eşim kargo firmasını aradı. Fakat önceden sürekli anlaşmalı olmadığımız için kapıda ödemeli, böyle bir kargoyu götüremeyeceklerini söylemişler. Biz de babama rica ettik; alıcıyı da biz getiriyoruz diye bilgilendirdik. Bizim arabaya jeneratör sığmıyordu. Babamın Doblo arabası olduğu için ona ihtiyacımız vardı. İlk plana göre babam ve eşim birlikte gideceklerdi. Sonra ben de coştum, gezmek olsun diye gelirim dedim. Aynı şeyi annem de düşünmüş. Hep birlikte gitmek üzere anlaştık. 

İlk önce annemlerin evine gidip, arabayı apartman önüne park ettik. Babamın arabası ile doğruca kayınvalidemin evine yöneldik. Çünkü jeneratör kayınvalidemin evinin deposunda duruyordu. Kayınvalideme yolda telefon edip geliyoruz dedik. Gidince jeneratörü arabaya yerleştirip vedalaştık ve Alaşehir'e doğru yola koyulduk. 

Yolda sohbet, gırgır, müzik derken Alaşehir'e vardık. Alıcıyı arayıp, dükkanın tam adresini sorduk. Tarife göre gittiğimiz dükkanda bizi karşıladılar. Jeneratörü çalıştırıp denedikten sonra parayı ödediler. Dönüşte hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Hafif hafif de yağmur yağıyordu. Babam yolda birden sağa doğru yanaştı. Meğer fidancı görmüş, onun için durmuş. Babam "Sana ağaç sözüm vardı, 10 tane ağaç beğen" dedi. Kısa bir şaşkınlıktan sonra " tamam, olur" dedim. İndiğimizde açık kök meyve ağacı fidanlarının hafif toprağa gömülmüş ve isimlendirilmiş olduklarını gördük. Bir kısmının üzerlerinde meyve fotoğrafları da asılı idi. 

10 tane açık kök fidan beğendim. Açık köklüler 5 Tl. idi. Ama bademler, muşmula ve papaz erik, saksı ve torbalara dikili idi. Eşim daha beğendiğin varsa alalım dedi. 5 tane de 10 tlye satılan fidanlardan seçtim. 

Çisil çisil yağan yağmura aldırmadan, fidanları neşe ile seçip arabaya yükledik. 

Aldığımız fidanlar: 

Deveci Armut 
Williams Armut 
Santa Maria Armut
Japon Armut
Ege Ayva
Malatya Kayısı
Iğdır Kayısı
Şekerpare Kayısı
Golden Elma Her biri açık kök, 5 Tl. den aldık.

Kütahya Vişne: açık kök ( 10 Tl idi pazarlık yaptım ) 5 Tl. 

Trabzon Hurması; açık kök 10 Tl.

Teksas Badem
Nonperial Badem
Papaz Erik
Muşmula Her biri tüplü ve 10 Tl. den aldık.

Tekrar eve dönmek üzere yola devam ettik. Hava kararmıştı, karnımız da epey acıkmıştı. Bir şeyler yiyebileceğimiz yer bulmak için hepimiz etrafımıza bakınıyorduk. Yol boyunca gittik, gittik, ama bir türlü bir yer beğenemiyorduk. Dışarıda yemek yerken hayal kırıklığı yaşamak korkunç oluyor. Hiç birimiz bu hayal kırıklığını göze almak istemiyorduk. Hem lezzet, hem hijyen açısından içimize sinecek yer arayışına devam ettik. O kadar acıkmıştık ki işi gırgıra vurup esprilerle kahkahalar atıyorduk. Ben kiremitçi tabelasını görünce "A... kiremitte köfte" dedim. Heyecanlandılar. " Yok yok sıradan kremitçiymiş" dedim ve güldüm.. Annem: " yavrum açlıktan kiremit yazısını bile kiremit köfte okuyor" diye nasıl gülüyordu. Neyse en sonunda canımıza tak edince bir benzin istasyonunda bir restorana girdik. Ben dışarıda kebap yerim. Ev yemeklerim güzel olduğu için dışarıda tercih etmem, değişiklik ararım. Ama öyle kebap denince her yer de güzel yapamıyor maalesef... 

Kebaplar fena değildi. Mezeler harikaydı. Zaten kebaplar hazır oluncaya kadar biz mezelerle ekmekleri bitirmiştik. O derece acıkmışız. Hemen yenilerini getirdiler. Hizmet 10, hijyen 8 puan... Fakat kebaplara sadece 7 puan verebilirim. Etler satırda kıyılmış ama maalesef kuyruk yağı hissedilir derecede fazla idi. Bu arada pek sevdiğim gurme yorumumu da yapmış oldum. Ben her yerde puan veririm böyle... Bazen önüme bir yemek koyarlar ve kaç puan derler. Hatta annem bile...

Hizmet hakikatten 10 numaraydı. Etrafımızda dört döndüler. Hatta ben biraz üşüdüm diye sırtıma doğru ufo sobalardan birini açıp bana doğru çevirdiler. Memnun bir şekilde ödemeyi yapıp arabamıza bindik. Babamların apartman önüne geldiğimizde saat 10 civarı idi. Yol yorgunu olduğumuzdan 5 kat yukarıya çıkmak istemedik. Ağaçlar açık kök olduğu için tedirgindik. Hemen, ertesi gün dikmek için karar aldık. Bu yüzden kızımı annemlerde kalması için bıraktım. Böylece zamandan kazanacaktık. Ağaçları arabamıza yükleyip evimize döndük. 

Cuma günü kahvaltımızı yapıp, bahçeye doğru yola çıktık. Yolda müzik dinleye dinleye, bir aydan daha uzun süredir uğramadığımız bahçemize giderken, oldukça neşeliydik. Yolda sağa, sola baktığımız her yer yemyeşildi. Sanki bahar erken gelmiş gibi... Eğer ağaçlar yapraksız, kuru dal gibi olmasaydı, kış olduğunu anlamak pek mümkün değildi. O kadar güzel ve güneşli bir gündü ki, bahardan kalma denilen bir gün yaşadık. 

Arabada bahçeye götürdüğümüz mutfak tezgahları ve duş teknesi vardı. Her zamanki gibi komşu Alaaddin abi'lerin evinin önüne park ettik. Onlar o gün İzmir içindeydiler, ama eşime köye döneceklerini söylemişler. Henüz sabah gelmemişlerdi. Arabadan indiğimizde önce ne yapalım dedik. Eşime, "Tuğla alacaktık, hemen telefon edelim; Hidayet abi ile hep beraber fabrikaya gidelim" dedim. Eşim Hidayet abi ile telefonda görüşünce yüzü değişiverdi, bir anda neşesi gitti. Hidayet abi " traktörünün arıza yaptığını, ama birisini bulduğunu, nakliyeyi de tuğla fiyatı 55 krş tan fazla geleceğini hesap ettiğini söylemiş. Eşim de " Ben fabrikadan onların nakliyesi ile daha ucuza anlaşmıştım, avantajım yoksa kalsın" dedi. Morali epey bozulmuştu. Ne yapalım, akşam giderken fabrikaya uğrar konuşuruz, olmadı bir dahaki gelişimizde erkenden tuğla fabrikasına gideriz, anlaşır getirtiriz dedi. 

Neyse artık o günü nasıl değerlendiririz diye düşündük. Önce mutfak tezgahlarını indirmeliydik ve onları bahçeye nasıl götürecektik? Planda tuğlaların yanına koyup bahçeye götürmek vardı. İş başa düştü deyip, eşimle iki ucundan tutup, kanalı inerek karşıya, bizim komşu zeytinliğe geçtik. Derken üçüncü tezgahı da aynı şekilde, ben iki hatırlıyordum meğer üçüncü de varmış. Lavabolu olan, onu saymamışım, onu da taşıdık. Hepsini kanalın yanında bir kenara koyduk. Duş teknesini de eşim yine karşıya geçirdi. Çantaları da yüklenip, arabayı kilitledik.

Bahçeye giderken zeytinliğin yağmurdan önce yeni sürüldüğünü farkettik. Eşim "Ee... Ben el arabasıyla tezgahları taşırım, sen de destek için tutar öyle götürürüz diye düşünmüştüm; ama el arabası bu toprakta zor gider" dedi. Ben de "olsun, bir yolunu buluruz" deyip neşemi bozmadan kızımla sevinçli sevinçli bahçeye yürüdüm. 

Hemen deponun kapısını açtık. Hafif bir rutubet kokusu vardı. Elektrik şartelini ve elektrikli ocağı açtık. Hemen çayı ocağa koymalıydım. Bu olmazsa olmazlarımızdandır. Bahçede çayın keyfi bir başka olur. Arada divanların üzerine dinlenmeye gelir, bir çay içer, yine devam ederiz. :)
Çay demlenirken eşim gel şöyle bir dolaşalım bakalım bahçede ne gibi değişiklikler var görelim dedi. Alında ottan pek bir şey görünmüyordu. Ağaçlar ufak ve kuru dal gibi olduğundan etrafa yabani otlar hakimdi. 

İlk aklıma gelen diktiğimiz enginarların ne durumda olduğuydu. Eşimin de aklı ağaçlardaydı. O tarafa giderken, kendiliğinden çıkan baklaların ne kadar büyüdüklerini farkettim. Geçen sene baklalar bu kısımda ekili idi. Epey tüketip, eşe dosta dağıttıktan sonra kalanı kurutmaya bırakmıştım. Toplanıncaya kadar dökülen tohumlardan, zamanı gelince çıkanlar, işte bunlar...




Berilsu bahçeye geldiğine çok mutlu olmuştu. Her tarafa koşturup durdu. Bahçeyi epey özlemiş.:)


Enginarlara daha gidemeden, iğde ağacının arkasındaki gübre tankına sardırdığım passiflora aklıma geldi. 


Gübre tankı olarak kullandığımız deponun içinde yanmış koyun gübresi var. Üzerine su ilave ettik. İhtiyaç olduğunda bu gübre şerbetini kullanıyoruz. Üstteki kapağı açık duruyor.


Passiflora sarıldığı yerden çözülmüş, yere doğru kıvrım kıvrım olmuş ama yemyeşil duruyordu. Passiflorayı bize Mete kardeşim hediye getirmişti. Sanırım bu sene meyvesini görürüz. Hangi tür olduğunu bilmiyorum.


Bahçenin doğu kenarına gelmişken doğu komşu araziyi göstereyim. Boyda boya 7 dönüm bakla ekilmiş.

Doğu kenarından güney kenarına doğru yürüyoruz. Yürürken bir kaç gülhatmi çiçeğine rastladık. 2012 de anneme gül hatmi tohumlarını verip, bahçe kenarlarından birine serpmesini ve böylece bahçeye çit gibi olmasını söylemiştim. Annem tohumları doğu kenara serpmişti. Ancak yüzlerce  tohumlardan sadece bir iki tane çıkmıştı. Onlar da en alakasız yerlerdeydi. :) Neyse, annem bu sene çıkanlara sevinecektir.


Berilsu yine kendine eğlence bulmuş. Hemen her geldiğinde böyle bir sopayı değnek gibi kullanıp, derviş misali bahçede gezer. Hele bir fotoğrafı var görmeniz lazım. Başına turuncu bir poşu sarmış, elinde değnek, sanırsınız bahçede Dalai Lama dolaşıyor.  Bulursam o fotoğrafı eklerim. :)


Bakın birileri bahara hazırlanıyor. Hem de çok kalabalıklar... Ancak bu sene her yere yayılamayacaklar. Bunlar papatyalar...


İşte her bahar bol yağmurlarda gidemediğimizde güneşin ardından açan ve coşan papatyalar...




Nerede kalmıştık? Nihayet geze geze enginarların yanına geldik. Gayet sağlıklı görünüyorlardı. Sanırım 12 kök enginar var.  


Güney kenarda üzümsüleri ve sarmaşık türü meyveleri çitlere sardırmayı düşünüyoruz. Köşede bir kaç kök böğürtlenimiz var. Ancak otun içinde kalmışlar, sıkı bir temizlik gerekecek.


Dört adet dut ağacımız var. Eşim bunların başına takıldı kaldı, ben gezmeye devam ettim. 


3 adet limon ağacımız var...dı. diyeyim. Çünkü her sene rüzgar ve soğuk yanığı olup, baharda yeniden yeşeriyor. Maalesef köyde bahçelerde limon var ama evin kuytu tarafına dikiyorlarmış. Artık biz de o zaman dikeriz ne yapalım?


Bahçede bu otu görünce dikkatimi çekti. Araştırmak üzere fotoğrafını çektim. Henüz ne olduğunu öğrenmedim.




Hayal ettiğimiz evin girişine gölge yapacak şekilde diktiğimiz Fıstık çamını bir ara koyunlar kemirmişti. Tecrübeli bitkisever ablalarımdan Necla abla, hemen koyunun kemirdiği dalları budamamı söyledi. Bir dahaki gidişimde ağacı dediği gibi budadım. O sene ağaç çok sarsılmıştı ama bir süre sonra toparlandı. Sanırım anladığıma göre, koyun-keçinin ağzındaki salgı nedeni ile ağaç hastalanıp, kuruyabiliyormuş. Bu sene daha coşkulu büyüyor.


Büyük olanlar kendi çıkanlardı. bunlar ise kendi ektiğimiz ilk posta baklalar.

Bunlar da ikinci posta ektiğimiz baklalar...


Ektiğimiz sarımsaklar biraz büyümüşler. Ama gözüme çok az geldi. Benim önce gözüm doyması lazım. Sonra hem bana, hem aileme, eşe-dosta hediye yetecek kadar olması lazım. Fırsat bulursam daha ekeceğim. 


Tazesini yemek için ektiğimiz soğanlar... Bunlar biraz daha fazla olmasına rağmen, cık..! bunlar da yetmez. Ama çok güzel olmuşlar. Yağmur kimini yüzeye çıkarmış, yine de tutunmuşlar.


Son zamanların moda fotoğraflardan bir tane de ben de çekeyim dedim. Anlamı nedir, bulunduğum yer burası mı demek hiç bilmiyorum. Ama instagramda, bloglarda böyle pek çok fotoğraf görüyorum. Çoğu doğa ile içiçe yerlerde... Ben de modaya uydum; hadi bakalım. Benimkinin anlamı da; "kendi yetişdiklerimizle, kendi masalımın içindeyim" olsun. Bir zamanlar masal... Şimdi ise gerçek..!


Turpotları güneşi görünce çiçeklenmiş.



Burada da hardalotu, turpotu birbirine girmiş. Turpotunun kirli beyaz gibi renkte çiçeği olur. Hardalotu sarı çiçekli olur. Yaprakları turpotundan daha geniş olur. Bunu daha sonra elimdeki diğer fotoğraflarla birlikte ilgili başlıkta anlatacağım.


Turpotu ve hardalotunun en taze ve en lezzetli kısmı filizleridir. Bazen bulunduğu yerde 1,5 m büyüse dahi çiçeklenmek için hazırlanan ama, henüz açmamış filizleri harika salata olur. En çok bunu hardal otunda bulabilirsiniz. Hardal otu bol filiz verir. 


Bu da çoban çantası dediğimiz otun taze halidir. Çok çabuk kartlaşır. Çabuk çiçeğe döner. Diğer otlarla birlikte karıştırılıp ot kavurması, özellikle böreği çok lezzetli olur. 


Aynı bitki olan Çoban Çantası tohum yapıyor. Kalp şekline benzeyen tohum kapsulleri vardır.



Alttaki iki fotoğraftaki otlar da yenen otlardan Labada'dır. Labadayı şimdiye kadar çok kullanmadım ama haşlanan ot salatalarına az da olsa ilave etmiştim. Ekşimsi bir tadı var. Çok tazeleri çiğ de yeniyormuş. 



Ben etrafta fotoğraf çekmeye devam ederken, eşim Abidin bey neşe ile bütün ağaçları budadığını söyledi. Hepsini mi diye şaşırdım. Evet, hemen hemen hepsini dedi. Bahçenin en küçük ağaçlarından biri olan ceviz ağacının başında durunca gülmekten duramadım. "Ağaç zaten iki karış onun neresini budayacaksın?" dedim. Aslında biliyorum budamadığını... O ağaca bu aralar çok düşkün. Bir tane ceviz ağacı maaşallah yerini sevdi. Bu ufaklık ta zarar gelmeden bir an önce büyüsün istiyor. Bahçeyi gezen olursa, ağaca takılıp zarar gelmesin diye yanına masa ayağı koyduk. Ağacın yanında bir de tahta çakılı, böyle büyüyüp gidecek inşallah.... 


Eşimle konuşurken alakasız bir yerde bakla çıkmış onu koparıp, diğer topladığım otlara ilave ettim. Salatasını yapmak için... Hiç taze bakla yaprağından salata duydunuz mu? Çok nefis oluyor. Sezonu geldiğinde bol yapraklı taze bakla filizleri, köy pazarlarında satılıyor.



Bilin bakalım bu ne? Bu bildiğimiz, yeşillik olarak aldığımız rokanın tomurcuklanmış hali... Bahçenin pek çok yerinde rastladım. Uçan tohumlar epey yayılmış, pek çok yerde kendi kendine çıkmışlar. Geldikçe etraftan yabani ot toplar gibi toplayıp, eve götürüyordum. Şimdi tohuma hazırlanıyorlar. Yaprakları normal roka olarak tüketebilir kalanı tohum devam ettirebilirsiniz.

O kadar lezzetli ve aroması yoğun ki yıllardır bu kadar yoğun aromalı olanı pazarda bulmak çok zor. Ben bahçemde yetiştiriyorum, şanslıyım. Bahçede o gün koparıp koparıp roka yedim durdum. Ben yoğun aromalı bitkilere, baharatlara bayılırım. Parfümüm bile baharatlı...
 




Yan apartmandaki komşumuz Turan abimiz büyüğümüz, hastalığa, tebriğe her zaman eşiyle gelirler sağ olsunlar. Geçen yıl onlara biraz roka götürmüştüm. Bazen komşularıma birşeyler toplayıp hediye ederim. Bazen de ilk ürünler benden deyip dağıtırım ve sonrasını kendileri bizden satın alır. 

Neyse Turan abi rokaya çok sevinmişti. Aromasını çok sevmiş. "Ah nerde bizim çocukluğumuzda şöyle rokayı bahçede filizlerinden toplayıp yerdik, varsa filiz yapınca getirir misin" dedi. Ama geçen sene kısmet olmadı. Bu gidişimizde yine aklıma gelince bir miktar onlar için , bir miktar da bizim için topladım.

Eşimin bulunduğu tarafa gidip kuzey kenarındaki gülleri fotoğraflayayım dedim. Bir de bakımdan sonra fotoğraflarım. Güller açıkta olduğu için biraz soğuk yemiş. Yaprakları kırmızı gibi olmuş. Biraz da ot içinde kalmışlar. Uzaktaki bizim oturma alanımız ve depo...



Oturma alanı yazın daha konforlu oluyor tabi... Battaniyeler, örtüler Berilsu'nun çadırı, havuzu filan... Bu fotoğraf ilk geldiğimizde eşyaları bıraktığımız hali... O gün divanların sadece birine battaniye serdim. İçeride beyaz yağlıboyalı geniş bir tahta divan var. Kış olduğu için üzeri damlama hortumları dolu. Neyse masayı da düzenleyip, bardakları hazırladım. Eşim paketlediği poğaçaları açtı. Hep beraber çayımızı içip, karnımızı doyurduk. Bir ara bardakları hazırlarken, köpük sandığın içine baktım, vay vay burada neler var, insan boş gelse yine aç kalmaz dedim. Kavanozlarda, tarhana, şokella, paket makarna... Hatta soda, kola v.s. Eşime bu kolalar ne olacak dedim. Bir yerden promosyon vermişlerdi. Biz de bahçede mangal filan yakılırsa bulunsun diye koyduk. Ben yıllardır eve kola almıyorum. 
Gazoz, meyve suyu filan alıyorum. Pek sağlıklı bir içecek olmadığını düşünüyorum. Ama eşim kalmasın götürelim deyince bir şey de diyemedim. 

Sohbet, gırgır, şamata derken hep beraber karnımızı doyurup, çayımızı içtik. Ben elimde çayımla da şöyle bir turladım. Depo kirli gibi görünüyor aslında değil, duvar kurumamış, nemli...


Depo yanında bir depo daha yapacağız, üst kata da diğer taraftan merdivenle çatı katına çıkılıp, yatılacak kadar küçük bir oda yapılacak. Hani şu bahçe için küçücük evler paylaşıyorum ya, zamanla onlar gibi bir şey olacak. Eşim tüm inşaat işlerini kendi yapıyor. Onun yıllardır böyle bir hayali var. Herşeyini kendi yapıp gururlanmak. bahçeye bir de tuvalet yapılacak onu da kendi yapacak. Ancak ev kısmı onu aşar, o da biliyor, çünkü bodrum katlı filan olsun istiyoruz. İnşallah kısmet olur, o günleri de görürüz.


Şu anki deponun sol tarafına bir depo daha yapılacak demiştim, sağ tarafına da merdivenle küçük depo üstüne çıkılacak. Orası balkon gibi tepeden her yeri izleyebileceğimiz, oturabileceğimiz bir yer ve çatıkatı odasına giriş yerimiz olacak. Merdiven önü de sundurmada açık mutfak gibi bir şey yapılacak. Daha sonra ben çizim yapmaya fırsat bulunca nasıl olacağını paylaşırım. İşte mermeritten mutfak tezgahları, bir tane de lavabolu vardı, onu geçici olarak bir masa ayağına oturtunca çekmedim. Şimdilik kullanılacak hale getirdik. 

Mutfak tezgahlarını bahçeye kadar getirmemiz bir macera gibiydi. Göründüğü gibi değilmiş, epey ağırlar. Çayımızı içip eşim "hadi tezgahları getirelim artık" dedi. Kanalın yanına el arabası ile Berilsu el arabasının içinde, güle oynaya gittik. Sonra tezgahların üçünü birden el arabasına koyduk olmadı. Şekilden şekile girdik yine olmadı. Ne yapsak, bir iki adım sonra nefes nefese kaldık. Ben sabırsızlanıp lavabolu olanı aldım. Alt tarafı yere gelecek şekilde ucundan tutup, mecburen sürükleye sürükleye getirdim ama sormayın. Ben depo önüne vardığımda nefes nefese idim. Ter, su içinde azıcık divana uzandım. Allahım mahvoldum yorgunluktan diyorum. Kıpırdayacak halim kalmadı. Dizlerimin bağı çözüldü sanki... Eşime baktım daha yarı yolda... Neyse o da zor bela oturma alanına ulaştı. Sucuk gibi terlemiş kendini divana zor attı. Beş dk. dinlendik. Ona terini sileceği temiz bir bez verdim. Sonra yine oturup çay içmeye başladık. 





 Biraz muhabbetten sonra tırpanla otları az da olsa biçeyim dedim. Eşim testere gibi ucu daha önce takmış. Denedim pek beğenmedim. Diğer ucu eşyalar üstüste olunca bulamadık tabi... Tırpan işi kaldı. 

Çapa ve tırmıkla bir şeyler yapmaya çalıştım. Bol çiçekli alanı kısmen temizledim. Otları temizledikçe her tarafı reyhan kokusu sardı. Kuruyan reyhanlardan bulabildiğim kadar tohumu dalıyla aldım. Ellerim mis gibi reyhan kokmuştu. O alana çiçekler yeşilken giremedim. Arılar içine yuva yapmıştı ve fena saldırıyorlardı. Ben de tohum toplamaktan mecburen vazgeçmiştim. Şimdi yağmurlarla otlar kapkara olmuş. Arılar da o alanı terketmiş. Tırmıkla ve elle mümkün olduğunca temizledim. Meydanda kalmış, ekilmemiş bazı çiçek soğanlarını, yeşermiş olan bir kaç Lalenin yanına ektim. Akşam ezanı okunuyordu. Toparlanıp evimize gitmek için arabamıza döndük.

Komşumuz Alaaddin abi ve eşi Naciye hanım arabanın yanındaydılar. Onlar da yeni gelmişler. Ayaküstü epey sohbet ettik. Bir kaç kez içeriye, evde oturalım diye sohbet sırasında ısrar ettiler. Biz de çok yorgunuz, başka zamana inşallah deyip vedalaştık ve evimize döndük.

Eve vardığımızda daha içeriye girmeden Turan abiye getirdiğim rokaları götürdüm. Taze iken bir an önce teslim etmek lazımdı. Eşi Bedriye ablaya teslim ettim ve eve döndüm. Herhalde Turan abi çok sevinmiş. Bedriye abla da sabah pişi yapmış, ben daha yüzümü yıkarken, pişi getirip kapıdan bırakmış. Sanırım oda bizi mutlu etmek istedi. Kahvaltıda afiyetle yedik pişileri... 










 Aslında iki hafta önceydi. Sebze fidelerini yerlerine diktik. Malum yeniden yazmaya çalışıyorum. Önceki gelişmeleri zaman buldukça aktaracağım ki hem bize hatıra kalsın, hem de konular arasında kopukluk olmasın.

Forumdan arkadaşımız üretici Hasan Bey ( Derma )' den, bu yıl anneannemin rahatsızlanması ve sonra vefatı nedeniyle tohum çimlendiremediğimizi anlatıp, kendisinden fide temini için yardım istedik. Bizlere inanılmaz hızla ve beklentimizin çok üzerinde yardımcı oldu. 2011 baharında da bizzat bahçemize sebze fideleri ve tohumlar hediye getirip, kendi elleri ile ekip, dikmişti. Böyle bir dost edindiğimiz için eşim de, ben de çok mutluyuz. Her şeyden öte, karşılık beklemeden faydalı olmaya çalışmasına hayran kaldık. Bu konuda kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır.

Fideleri teslim aldığımız ilk iki gün şehirdeki işlerimiz nedeni ile bahçeye gitmedik. Tam altı kutu büyük kolilerdeki fideleri ıslatıp solmasınlar diye suladık ve şehirdeki evimizin balkonunda beklettik. İki gün sonra sabah erkenden bütün fideleri bir günde ekemeyeceğimizi bildiğimizden sadece iki koli domates fidesini yanımızda götürdük. Tabi çapa makinesi de arabada gidip geliyor. Yiyeceklerimiz, yedek ve bahçe kıyafetlerimiz, suyumuz v.s. araba doldu. :)

İşte bu şekilde bahçe yolunu tuttuk. Ama önce babamın bizden rica ettiği viyolleri almamız için Bayındır'a uğramalıydık. Eşim önceden babamın, telefonunu verdiği firmayı aramış. Saksı, kasa v.s. plastik bahçe malzemeleri satan bir yerdi burası... Aynı zamanda firma sahibinin babası yol üzerinde minyatür güller ve kekikler satıyormuş. Görünce dayanamayıp fotoğraf çektim. Hatta kızımla çok beğendiğimiz beyaz minyatür güllerden bir saksı aldım.

İşte bu beyaz gülden aldık,

Bu ebruli olandan ve kırmızı açandan bahçede var. Onlardan almadık.



Kekikler de, güller de saksısı 2.5 tl idi.



Hatta sıkıştırılmış kokopit bile vardı. Ben hiç kullanmadım ama fiyatını sordum 20 tl dediler. Fotoğraftaki renk   ,bu alanın çadır içinde olmasından dolayı..

Sanırım bunlar da sera yapımında kullanılan klipsler,

Alışverişimizi yapıp bahçeye geldiğimizde öğlen olmuştu. Ben ilk iş depoyu açıp çayı ocağa koydum. Depoda bazı eşyaları dışarıya çıkartıp İçerideki tahta divanın üzerine battaniye serdim. Bir güzel de kahvaltı sofrası hazırladım. Depo içinde kahvaltı yapmak Berilsu'nun çok hoşuna gitti. Burayı oyun evi olarak düşünüp " Anne burası benim evim olsun" dedi. Dışarıda güneş olmasına rağmen epey rüzgar vardı.  Kahvaltıyı depo içinde yapmamız iyi oldu. Sonra başladık dikim işlerine... Sanırım dört çeşit domates fidelerimiz vardı. Hasan bey ( Derma ), yerli domates ve salçalık domatesten olduğunu bahsetti fakat diğerlerini hatırlamıyorum.

Eşim fideleri dikeceğimiz alanı önceden makine ile çapalamıştı. O gün tekrar çapalayıp toprağı yumuşattı. Sonra ip gerip, ölçü aldık ve ekim için geçici arıklar yaptı. Gerçek arıklar daha sonra şaşırtma şeklinde açılacak. Yani iki çizginin arasında düz yerde gerçek arıklar olacak. Bu gördüğünüz arıklar sadece ekim yapılırken suyu salmak için...

Eveli sene Hasan bey'den öğrendiğimiz gibi fideleri diktim. Sanırım domatesler arası 35, arıklar arası 120 santimdikmiştik. Arıkları çapa makinesine göre hesapladık. Aslında video da çektik; ama küçük bir problemden dolayı sonra ekleyeceğim. Dikim işleri ile uğraşırken bir ara samimi komşumuz Naciye hanım ve eşi Alaaddin bey geldi. Nasıl dikim yapıyoruz diye bir uğradılar.  Çam sakızı, çoban armağanı deyip biraz fide hediye ettik. 

O gün ha gayret bitecek derken, 450 domates fidesi dikmişim. Ama son bir kaç tane kaldığında halimi görmeliydiniz. Eşim gülmekten bir hâl oldu. Artık yerlere serilmiş emeklemeye başlamıştım. Hem emekleye emekleye bitirmeye çalışıyorum hem de ben de halime gülüyordum.:)))
Sonra ne mi oldu iki gün yürüyemedim tabi... Eğilip kalkmaktan bacak kaslarım tutulmuş. :)




( Domates fidelerine dikimden 15 gün sonra çapa yapacağız ve arık şaşırtıp, diplerini dolduracağız.  Ancak su vermeyeceğiz. Çapadan 15 gün geçince yani dikimden toplam 1 ay sonra su veremeye başlayacağız. Bizim toprağımıza göre 4-5 günde bir.)


Biraz dinlenince işimin bitmesi keyfiyle bahçeyi dolaşıp bir kaç fotoğraf çektim. Kıvırcık kırmızı marullarımızı yeni şaşırtmıştım. Ne çabuk da etrafı otlanmıştı. Bakalım lezzeti nasıl olacak. Bu yıl ilk kez deniyorum.

Şaşırtma: Tohum saçtığımız alanda çıkan fideleri esas büyüyeceği alana taşıyıp dikme işlemine deniyor.




Sarmaşık güllerimizden kırmızı olan açmıştı.

Çilekler henüz yeşildi ama üzerinde epey var sanırım.

Hasan bey biraz da alabaş fidesi hediye etmişti. Alabaş turba benziyor ama bu beyaz olanı, bir de kırmızı türü oluyor sanırım. Tadı da lahananın ortasındaki etli kısım gibi imiş. Sanırım salatası ve turşusu güzel olur. Bu fideleri kızım dikmek istedi ve büyük keyifle bunu başardı. Bir güzel de can suyu verdi.



Sarmaşık güllerimizden sarı-kırmızı gül de açmıştı. Ama bu ilk açanda kırmızısı pek yoktu.

Bahçemizdeki asmalarda bu sene üzüm oluşumu var. En büyük asmamız sanırım Horoz Karası... Tam olarak bilmiyorum; bu sene asmaların meyvelerini ilk kez göreceğiz.




Arada atıştırma, çay keyfi derken...hava kararmaya başlamıştı. O gün planladığımız işlerimizin bitmesi keyfi ile toparlanıp evimize döndük.

Aradan yine iki gün geçti. Biz tekrar kalan fideleri dikmek için bahçeye gittik. Gittiğimizde şeftali ağaçlarımızın dördünün de hastalanmış olduğunu fark ettik. Eşim ilaçlamada  geç kaldığını ama yine de göztaşı ile ilaçlayacağını söyledi. Benden daha fazla üzülmüştü.

Ve ben yine ilk iş çayı ocağa koydum ve bu sefer kahvaltıyı dışarıda masaya hazırladım. Çünkü o gün hava çok daha güzeldi. Eşim dikim yapacağımız alanı çapaladı. Kendiliğinden büyümüş buğdayları görünce onlara kıyamamış bırakmış. :)

Aydın siyahı patlıcan, Çarliston biberi, kapya biberi ve çorbacı biberi olmak üzere dört koli fidemiz vardı. Dikim için bir gün yetmeyeceğini tahmin ettiğimizden bir gece kalmak için hazırlıklı gelmiştik.

İlk gün Patlıcan ve kapya biber fidelerini diktim. kaça kaç ektiğimizi sonradan yazayım şimdi tam toparlayamadım. Arık aralarını, eşim çapa makinesine göre hesap etti. Ben sadece dikim işi ile uğraştım. Yaklaşık 900 fide daha dikmişim. Domates fideleri ile birlikte 1350 fide eder. Epey yorulduk ama sonuç güzel görünüyordu. İnşallah bereketli de olur...

İlk kez depoda kalmıştık. Eşime hiç uyumayalım ben tırsarım dedim. Bahçede ışık yaktırdım, içerde de mavi ışıklı şu sinek yakalayan bir şey var, onu açtırdım. Kapının dört bir yanına böcek ilacı sıktım. Depoda hiç üşümedik. Halbuki gece ve sabah yazın bile üşünür bahçede... Depo epey muhafazalıymış. Ama tuvaletin bahçede olması kötüydü. Her seferinde ailecek gitmek komik olmuştu. Ne yapalım tırsıyoruz. Hem de silahlanıp gittik iki adım yola... Halbuki korkacak bir şey yok. Etrafta komşu tarlalar hep gece çalışır traktörlerle... Eskisi gibi değil, artık etrafta komşular ev yaptılar, kalıyorlar. Ama gel de bana anlat işte, elimde fener gece yılandı,  fareydi v.s. hafiye gibiydim. Korktuğum gibi olmadı şükür. Gece nöbet tutacağım diye tableti yanımızda getirmiştim. İçine bir sürü de oyun eklemiştim. Onu bile açmaya lüzum kalmadı. Sonra mı? uyuduk, sabah oldu. 

Ertesi gün fide dikimini bitirmenin keyfi ile hava iyice kararmadan, evimize biraz daha erken döndük.

Buradayım :)

Blogger tarafından desteklenmektedir.