Cuma günü kahvaltımızı yapıp, bahçeye doğru yola çıktık. Yolda müzik dinleye dinleye, bir aydan daha uzun süredir uğramadığımız bahçemize giderken, oldukça neşeliydik. Yolda sağa, sola baktığımız her yer yemyeşildi. Sanki bahar erken gelmiş gibi... Eğer ağaçlar yapraksız, kuru dal gibi olmasaydı, kış olduğunu anlamak pek mümkün değildi. O kadar güzel ve güneşli bir gündü ki, bahardan kalma denilen bir gün yaşadık.
Arabada bahçeye götürdüğümüz mutfak tezgahları ve duş teknesi vardı. Her zamanki gibi komşu Alaaddin abi'lerin evinin önüne park ettik. Onlar o gün İzmir içindeydiler, ama eşime köye döneceklerini söylemişler. Henüz sabah gelmemişlerdi. Arabadan indiğimizde önce ne yapalım dedik. Eşime, "Tuğla alacaktık, hemen telefon edelim; Hidayet abi ile hep beraber fabrikaya gidelim" dedim. Eşim Hidayet abi ile telefonda görüşünce yüzü değişiverdi, bir anda neşesi gitti. Hidayet abi " traktörünün arıza yaptığını, ama birisini bulduğunu, nakliyeyi de tuğla fiyatı 55 krş tan fazla geleceğini hesap ettiğini söylemiş. Eşim de " Ben fabrikadan onların nakliyesi ile daha ucuza anlaşmıştım, avantajım yoksa kalsın" dedi. Morali epey bozulmuştu. Ne yapalım, akşam giderken fabrikaya uğrar konuşuruz, olmadı bir dahaki gelişimizde erkenden tuğla fabrikasına gideriz, anlaşır getirtiriz dedi.
Neyse artık o günü nasıl değerlendiririz diye düşündük. Önce mutfak tezgahlarını indirmeliydik ve onları bahçeye nasıl götürecektik? Planda tuğlaların yanına koyup bahçeye götürmek vardı. İş başa düştü deyip, eşimle iki ucundan tutup, kanalı inerek karşıya, bizim komşu zeytinliğe geçtik. Derken üçüncü tezgahı da aynı şekilde, ben iki hatırlıyordum meğer üçüncü de varmış. Lavabolu olan, onu saymamışım, onu da taşıdık. Hepsini kanalın yanında bir kenara koyduk. Duş teknesini de eşim yine karşıya geçirdi. Çantaları da yüklenip, arabayı kilitledik.
Bahçeye giderken zeytinliğin yağmurdan önce yeni sürüldüğünü farkettik. Eşim "Ee... Ben el arabasıyla tezgahları taşırım, sen de destek için tutar öyle götürürüz diye düşünmüştüm; ama el arabası bu toprakta zor gider" dedi. Ben de "olsun, bir yolunu buluruz" deyip neşemi bozmadan kızımla sevinçli sevinçli bahçeye yürüdüm.
Hemen deponun kapısını açtık. Hafif bir rutubet kokusu vardı. Elektrik şartelini ve elektrikli ocağı açtık. Hemen çayı ocağa koymalıydım. Bu olmazsa olmazlarımızdandır. Bahçede çayın keyfi bir başka olur. Arada divanların üzerine dinlenmeye gelir, bir çay içer, yine devam ederiz. :)
Çay demlenirken eşim gel şöyle bir dolaşalım bakalım bahçede ne gibi değişiklikler var görelim dedi. Alında ottan pek bir şey görünmüyordu. Ağaçlar ufak ve kuru dal gibi olduğundan etrafa yabani otlar hakimdi.
İlk aklıma gelen diktiğimiz enginarların ne durumda olduğuydu. Eşimin de aklı ağaçlardaydı. O tarafa giderken, kendiliğinden çıkan baklaların ne kadar büyüdüklerini farkettim. Geçen sene baklalar bu kısımda ekili idi. Epey tüketip, eşe dosta dağıttıktan sonra kalanı kurutmaya bırakmıştım. Toplanıncaya kadar dökülen tohumlardan, zamanı gelince çıkanlar, işte bunlar...
Berilsu bahçeye geldiğine çok mutlu olmuştu. Her tarafa koşturup durdu. Bahçeyi epey özlemiş.:)
Enginarlara daha gidemeden, iğde ağacının arkasındaki gübre tankına sardırdığım passiflora aklıma geldi.
Gübre tankı olarak kullandığımız deponun içinde yanmış koyun gübresi var. Üzerine su ilave ettik. İhtiyaç olduğunda bu gübre şerbetini kullanıyoruz. Üstteki kapağı açık duruyor.
Passiflora sarıldığı yerden çözülmüş, yere doğru kıvrım kıvrım olmuş ama yemyeşil duruyordu. Passiflorayı bize Mete kardeşim hediye getirmişti. Sanırım bu sene meyvesini görürüz. Hangi tür olduğunu bilmiyorum.
Bahçenin doğu kenarına gelmişken doğu komşu araziyi göstereyim. Boyda boya 7 dönüm bakla ekilmiş.
Doğu kenarından güney kenarına doğru yürüyoruz. Yürürken bir kaç gülhatmi çiçeğine rastladık. 2012 de anneme gül hatmi tohumlarını verip, bahçe kenarlarından birine serpmesini ve böylece bahçeye çit gibi olmasını söylemiştim. Annem tohumları doğu kenara serpmişti. Ancak yüzlerce tohumlardan sadece bir iki tane çıkmıştı. Onlar da en alakasız yerlerdeydi. :) Neyse, annem bu sene çıkanlara sevinecektir.
Berilsu yine kendine eğlence bulmuş. Hemen her geldiğinde böyle bir sopayı değnek gibi kullanıp, derviş misali bahçede gezer. Hele bir fotoğrafı var görmeniz lazım. Başına turuncu bir poşu sarmış, elinde değnek, sanırsınız bahçede Dalai Lama dolaşıyor. Bulursam o fotoğrafı eklerim. :)
Bakın birileri bahara hazırlanıyor. Hem de çok kalabalıklar... Ancak bu sene her yere yayılamayacaklar. Bunlar papatyalar...
İşte her bahar bol yağmurlarda gidemediğimizde güneşin ardından açan ve coşan papatyalar...
Nerede kalmıştık? Nihayet geze geze enginarların yanına geldik. Gayet sağlıklı görünüyorlardı. Sanırım 12 kök enginar var.
Güney kenarda üzümsüleri ve sarmaşık türü meyveleri çitlere sardırmayı düşünüyoruz. Köşede bir kaç kök böğürtlenimiz var. Ancak otun içinde kalmışlar, sıkı bir temizlik gerekecek.
Dört adet dut ağacımız var. Eşim bunların başına takıldı kaldı, ben gezmeye devam ettim.
3 adet limon ağacımız var...dı. diyeyim. Çünkü her sene rüzgar ve soğuk yanığı olup, baharda yeniden yeşeriyor. Maalesef köyde bahçelerde limon var ama evin kuytu tarafına dikiyorlarmış. Artık biz de o zaman dikeriz ne yapalım?
Bahçede bu otu görünce dikkatimi çekti. Araştırmak üzere fotoğrafını çektim. Henüz ne olduğunu öğrenmedim.
Hayal ettiğimiz evin girişine gölge yapacak şekilde diktiğimiz Fıstık çamını bir ara koyunlar kemirmişti. Tecrübeli bitkisever ablalarımdan Necla abla, hemen koyunun kemirdiği dalları budamamı söyledi. Bir dahaki gidişimde ağacı dediği gibi budadım. O sene ağaç çok sarsılmıştı ama bir süre sonra toparlandı. Sanırım anladığıma göre, koyun-keçinin ağzındaki salgı nedeni ile ağaç hastalanıp, kuruyabiliyormuş. Bu sene daha coşkulu büyüyor.
Büyük olanlar kendi çıkanlardı. bunlar ise kendi ektiğimiz ilk posta baklalar.
Bunlar da ikinci posta ektiğimiz baklalar...
Ektiğimiz sarımsaklar biraz büyümüşler. Ama gözüme çok az geldi. Benim önce gözüm doyması lazım. Sonra hem bana, hem aileme, eşe-dosta hediye yetecek kadar olması lazım. Fırsat bulursam daha ekeceğim.
Tazesini yemek için ektiğimiz soğanlar... Bunlar biraz daha fazla olmasına rağmen, cık..! bunlar da yetmez. Ama çok güzel olmuşlar. Yağmur kimini yüzeye çıkarmış, yine de tutunmuşlar.
Son zamanların moda fotoğraflardan bir tane de ben de çekeyim dedim. Anlamı nedir, bulunduğum yer burası mı demek hiç bilmiyorum. Ama instagramda, bloglarda böyle pek çok fotoğraf görüyorum. Çoğu doğa ile içiçe yerlerde... Ben de modaya uydum; hadi bakalım. Benimkinin anlamı da; "kendi yetişdiklerimizle, kendi masalımın içindeyim" olsun. Bir zamanlar masal... Şimdi ise gerçek..!
Turpotları güneşi görünce çiçeklenmiş.
Burada da hardalotu, turpotu birbirine girmiş. Turpotunun kirli beyaz gibi renkte çiçeği olur. Hardalotu sarı çiçekli olur. Yaprakları turpotundan daha geniş olur. Bunu daha sonra elimdeki diğer fotoğraflarla birlikte ilgili başlıkta anlatacağım.
Turpotu ve hardalotunun en taze ve en lezzetli kısmı filizleridir. Bazen bulunduğu yerde 1,5 m büyüse dahi çiçeklenmek için hazırlanan ama, henüz açmamış filizleri harika salata olur. En çok bunu hardal otunda bulabilirsiniz. Hardal otu bol filiz verir.
Bu da çoban çantası dediğimiz otun taze halidir. Çok çabuk kartlaşır. Çabuk çiçeğe döner. Diğer otlarla birlikte karıştırılıp ot kavurması, özellikle böreği çok lezzetli olur.
Aynı bitki olan Çoban Çantası tohum yapıyor. Kalp şekline benzeyen tohum kapsulleri vardır.
Alttaki iki fotoğraftaki otlar da yenen otlardan Labada'dır. Labadayı şimdiye kadar çok kullanmadım ama haşlanan ot salatalarına az da olsa ilave etmiştim. Ekşimsi bir tadı var. Çok tazeleri çiğ de yeniyormuş.
Ben etrafta fotoğraf çekmeye devam ederken, eşim Abidin bey neşe ile bütün ağaçları budadığını söyledi. Hepsini mi diye şaşırdım. Evet, hemen hemen hepsini dedi. Bahçenin en küçük ağaçlarından biri olan ceviz ağacının başında durunca gülmekten duramadım. "Ağaç zaten iki karış onun neresini budayacaksın?" dedim. Aslında biliyorum budamadığını... O ağaca bu aralar çok düşkün. Bir tane ceviz ağacı maaşallah yerini sevdi. Bu ufaklık ta zarar gelmeden bir an önce büyüsün istiyor. Bahçeyi gezen olursa, ağaca takılıp zarar gelmesin diye yanına masa ayağı koyduk. Ağacın yanında bir de tahta çakılı, böyle büyüyüp gidecek inşallah....
Eşimle konuşurken alakasız bir yerde bakla çıkmış onu koparıp, diğer topladığım otlara ilave ettim. Salatasını yapmak için... Hiç taze bakla yaprağından salata duydunuz mu? Çok nefis oluyor. Sezonu geldiğinde bol yapraklı taze bakla filizleri, köy pazarlarında satılıyor.
Bilin bakalım bu ne? Bu bildiğimiz, yeşillik olarak aldığımız rokanın tomurcuklanmış hali... Bahçenin pek çok yerinde rastladım. Uçan tohumlar epey yayılmış, pek çok yerde kendi kendine çıkmışlar. Geldikçe etraftan yabani ot toplar gibi toplayıp, eve götürüyordum. Şimdi tohuma hazırlanıyorlar. Yaprakları normal roka olarak tüketebilir kalanı tohum devam ettirebilirsiniz.
O kadar lezzetli ve aroması yoğun ki yıllardır bu kadar yoğun aromalı olanı pazarda bulmak çok zor. Ben bahçemde yetiştiriyorum, şanslıyım. Bahçede o gün koparıp koparıp roka yedim durdum. Ben yoğun aromalı bitkilere, baharatlara bayılırım. Parfümüm bile baharatlı...
Yan apartmandaki komşumuz Turan abimiz büyüğümüz, hastalığa, tebriğe her zaman eşiyle gelirler sağ olsunlar. Geçen yıl onlara biraz roka götürmüştüm. Bazen komşularıma birşeyler toplayıp hediye ederim. Bazen de ilk ürünler benden deyip dağıtırım ve sonrasını kendileri bizden satın alır.
Neyse Turan abi rokaya çok sevinmişti. Aromasını çok sevmiş. "Ah nerde bizim çocukluğumuzda şöyle rokayı bahçede filizlerinden toplayıp yerdik, varsa filiz yapınca getirir misin" dedi. Ama geçen sene kısmet olmadı. Bu gidişimizde yine aklıma gelince bir miktar onlar için , bir miktar da bizim için topladım.
Eşimin bulunduğu tarafa gidip kuzey kenarındaki gülleri fotoğraflayayım dedim. Bir de bakımdan sonra fotoğraflarım. Güller açıkta olduğu için biraz soğuk yemiş. Yaprakları kırmızı gibi olmuş. Biraz da ot içinde kalmışlar. Uzaktaki bizim oturma alanımız ve depo...
Oturma alanı yazın daha konforlu oluyor tabi... Battaniyeler, örtüler Berilsu'nun çadırı, havuzu filan... Bu fotoğraf ilk geldiğimizde eşyaları bıraktığımız hali... O gün divanların sadece birine battaniye serdim. İçeride beyaz yağlıboyalı geniş bir tahta divan var. Kış olduğu için üzeri damlama hortumları dolu. Neyse masayı da düzenleyip, bardakları hazırladım. Eşim paketlediği poğaçaları açtı. Hep beraber çayımızı içip, karnımızı doyurduk. Bir ara bardakları hazırlarken, köpük sandığın içine baktım, vay vay burada neler var, insan boş gelse yine aç kalmaz dedim. Kavanozlarda, tarhana, şokella, paket makarna... Hatta soda, kola v.s. Eşime bu kolalar ne olacak dedim. Bir yerden promosyon vermişlerdi. Biz de bahçede mangal filan yakılırsa bulunsun diye koyduk. Ben yıllardır eve kola almıyorum.
Gazoz, meyve suyu filan alıyorum. Pek sağlıklı bir içecek olmadığını düşünüyorum. Ama eşim kalmasın götürelim deyince bir şey de diyemedim.
Sohbet, gırgır, şamata derken hep beraber karnımızı doyurup, çayımızı içtik. Ben elimde çayımla da şöyle bir turladım. Depo kirli gibi görünüyor aslında değil, duvar kurumamış, nemli...
Depo yanında bir depo daha yapacağız, üst kata da diğer taraftan merdivenle çatı katına çıkılıp, yatılacak kadar küçük bir oda yapılacak. Hani şu bahçe için küçücük evler paylaşıyorum ya, zamanla onlar gibi bir şey olacak. Eşim tüm inşaat işlerini kendi yapıyor. Onun yıllardır böyle bir hayali var. Herşeyini kendi yapıp gururlanmak. bahçeye bir de tuvalet yapılacak onu da kendi yapacak. Ancak ev kısmı onu aşar, o da biliyor, çünkü bodrum katlı filan olsun istiyoruz. İnşallah kısmet olur, o günleri de görürüz.
Şu anki deponun sol tarafına bir depo daha yapılacak demiştim, sağ tarafına da merdivenle küçük depo üstüne çıkılacak. Orası balkon gibi tepeden her yeri izleyebileceğimiz, oturabileceğimiz bir yer ve çatıkatı odasına giriş yerimiz olacak. Merdiven önü de sundurmada açık mutfak gibi bir şey yapılacak. Daha sonra ben çizim yapmaya fırsat bulunca nasıl olacağını paylaşırım. İşte mermeritten mutfak tezgahları, bir tane de lavabolu vardı, onu geçici olarak bir masa ayağına oturtunca çekmedim. Şimdilik kullanılacak hale getirdik.
Mutfak tezgahlarını bahçeye kadar getirmemiz bir macera gibiydi. Göründüğü gibi değilmiş, epey ağırlar. Çayımızı içip eşim "hadi tezgahları getirelim artık" dedi. Kanalın yanına el arabası ile Berilsu el arabasının içinde, güle oynaya gittik. Sonra tezgahların üçünü birden el arabasına koyduk olmadı. Şekilden şekile girdik yine olmadı. Ne yapsak, bir iki adım sonra nefes nefese kaldık. Ben sabırsızlanıp lavabolu olanı aldım. Alt tarafı yere gelecek şekilde ucundan tutup, mecburen sürükleye sürükleye getirdim ama sormayın. Ben depo önüne vardığımda nefes nefese idim. Ter, su içinde azıcık divana uzandım. Allahım mahvoldum yorgunluktan diyorum. Kıpırdayacak halim kalmadı. Dizlerimin bağı çözüldü sanki... Eşime baktım daha yarı yolda... Neyse o da zor bela oturma alanına ulaştı. Sucuk gibi terlemiş kendini divana zor attı. Beş dk. dinlendik. Ona terini sileceği temiz bir bez verdim. Sonra yine oturup çay içmeye başladık.
Biraz muhabbetten sonra tırpanla otları az da olsa biçeyim dedim. Eşim testere gibi ucu daha önce takmış. Denedim pek beğenmedim. Diğer ucu eşyalar üstüste olunca bulamadık tabi... Tırpan işi kaldı.
Çapa ve tırmıkla bir şeyler yapmaya çalıştım. Bol çiçekli alanı kısmen temizledim. Otları temizledikçe her tarafı reyhan kokusu sardı. Kuruyan reyhanlardan bulabildiğim kadar tohumu dalıyla aldım. Ellerim mis gibi reyhan kokmuştu. O alana çiçekler yeşilken giremedim. Arılar içine yuva yapmıştı ve fena saldırıyorlardı. Ben de tohum toplamaktan mecburen vazgeçmiştim. Şimdi yağmurlarla otlar kapkara olmuş. Arılar da o alanı terketmiş. Tırmıkla ve elle mümkün olduğunca temizledim. Meydanda kalmış, ekilmemiş bazı çiçek soğanlarını, yeşermiş olan bir kaç Lalenin yanına ektim. Akşam ezanı okunuyordu. Toparlanıp evimize gitmek için arabamıza döndük.
Komşumuz Alaaddin abi ve eşi Naciye hanım arabanın yanındaydılar. Onlar da yeni gelmişler. Ayaküstü epey sohbet ettik. Bir kaç kez içeriye, evde oturalım diye sohbet sırasında ısrar ettiler. Biz de çok yorgunuz, başka zamana inşallah deyip vedalaştık ve evimize döndük.
Eve vardığımızda daha içeriye girmeden Turan abiye getirdiğim rokaları götürdüm. Taze iken bir an önce teslim etmek lazımdı. Eşi Bedriye ablaya teslim ettim ve eve döndüm. Herhalde Turan abi çok sevinmiş. Bedriye abla da sabah pişi yapmış, ben daha yüzümü yıkarken, pişi getirip kapıdan bırakmış. Sanırım oda bizi mutlu etmek istedi. Kahvaltıda afiyetle yedik pişileri...